Makaleler

Yaşanma-“Mış” Yaşamlar

Salvador Dali, 1934

Fırlatılmışlığımız,

Tutunduklarımız,

Tutsaklığımız,

Yalnızlığımız,

Bunaltılarımız,

Yıkım ve

Doğum…

Yaşam fiziksel olduğu kadar sembolik bir döngüsellik de barındırır. Bitmez tükenmez bir devinim ve dönüşümün içindeyizdir. İnşa edilip, yıkılan, ardından tekrar kurulan; ilişkiler, algılar, yatırımlar, değerler…

Ancak bütün bu değişim ve dönüşüm içerisinde “bizler” konfor alanından kopmamak adına, “mış” gibi yaşamlar yaşamayı da yeğleriz. Seçimini bizim yaptığımız ama kendimize ait olmayan yabancı yaşamlar… Sahte bir kimliğin içine, hapsolmuş. ‘Ötekini’ mutlu etmek adına, kendimizden uzaklaştığımız, hayatlar. Sonunda, özgeciliğimiz bizi kendimizden etse de, bir yaşam boyu kendi ellerimizle yaptığımız bir maskenin ardında saklanmayı tercih ederiz. Ödenen bedelse, korkulupta kaçılanınkinden (kendi olmaktan) ağırdır. ‘Öteki’nin kabulünü arzulayıp, kendine mesafelenen insan, bunun bedelini bunaltı, huzursuzluk, öfke, yaşamdan zevk alamama ve daha nice, bir dizi kendini tekrar eden ve kar topu gibi büyüyen yakınmalarla öder.

Kimi zaman tahammülsüzlük ve kızgınlığımız diğerlerinin üzerine boca edilirken; kimi zaman bu birikmişlik; kendine dönen derin bir suçluluk, başarısızlık gibi zedeleyici duygularla birleşir. Ancak madalyonun her iki yüzünde de ortak nokta, kişinin kendine, benliğine mesafelenmesinden kaynaklanır. “Mış” gibi bir yaşam sürdürüp, kendini kandırmaya çabalayan insan, er ya da geç, bunun izlerini de taşır. Olan biteni ‘gözleyen ben’ her şeyi görür. Ummadığımız anda bize, yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunun sinyallerini yollayarak, ‘bize kendimizi hatırlatarak’ yapar bunu. Bunun şifreleri kimi zaman bir kaygı nöbetinde, kimi zaman bir migren atağında, kimi zamansa yemeğin artan porsiyonlarında gizlidir. Biz olan biteni yüzeysel olarak yorumlama eğiliminde olsak da, sorun görünenin ötesinde, buzdağının altındadır.

Öte yandan hepimiz çevrenin ayrılmaz birer parçasıyızdır. Onunla aynalanıp, bir yanımızla onunla biçimleniriz. ‘Öteki’ nin bizim için ne düşündüğü, onaylaması, beğenisi kendimizi tanımlarken önemli bir yere sahiptir. Ancak, buna bağımlı yaşamak kendi kökleri olmayan bir ağacın yeşermeye çalışmasına benzer. Kaçınılmaz olarak ağaç, tutunduğu olmadan Var’ olamayacaktır. Önce içten içe kuruyacak, en son yapraklarını dökecektir. Tıpkı meselenin, görünenin ardında, derinlerde saklı olması gibi, yaprakların dökülmesi de sadece, sonuçtan ibarettir. Amaç; ağacın kendi yapısına uygun topraklarda, kendi köklerini salabileceği şekilde Var’ olabilmesidir.

Bireyin de ancak bu şekilde “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” ne, erişebileceğini düşünüyorum. C. G. Jung’un da bahsettiği gibi “bireyleşme süreci aynı zamanda bir bütünleşme” sürecidir.

Yararlanılan Kaynaklar:

Dört Arketip, Carl Gustav Jung, s.13, Metis Yayınları

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, Milan Kundera, Can Yayınları

Loading

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Call Now Button