Beni Bırakma
Terk edilme endişesi çoğu zaman, Öteki’ne yapılan yatırımın artmasına sebep olur. Kendi ile kalmakta, var oluşunun sorumluluğunu almakta güçlük çeken birey, kendine sürekli eşlik edecek birilerini arar. Onlar olmadan kendini, enerjisini yitirmiş ve hayatın getirdikleri ile baş edemezken bulur. Ancak, tabii bu tek taraflı bir dans değildir. Bu vericiliğe karşılık verecek bir de alıcı gerekmektedir. Bu Ötekiler, bu gibi ilişkilerin içerisinde ya kendi ilgi görme ve beğenilme ihtiyaçları doyurulduğu için ya da kurtarıcı/kahraman kimliklerinden ötürü ilgi çekici bulurlar. Sonuçta, karşılıklı olarak birbirini besleyen ve birbirine bağımlı iki organizma olduğunu düşünebiliriz. Bu işleyişin sürdürülebilirliği ise işlevselliğine bağlıdır. Taraflar bu alma verme dengesi içerisinde kendilerini “iyi” ve “mutlu” addediyorlarsa, uyumdan söz edebiliriz. Ancak, seçimsiz bir şekilde bu döngünün içerisinde olduklarını ve bu zinciri nasıl kıracaklarını bilemiyorlarsa, burada bir takım şeyler söylenebilir.
Erken dönem ilişkilerinde bebek-çocuk, çevresel faktörlerden büyük oranda etkilenir. Henüz savunmaları yeterince gelişmemiş, ebeveynlerinin bakımına bağımlı, gelişim aşamalarından geçen bir Ben (ego) için kaotik bir ortamın varlığı yıkıcı ve baş edilmezdir. Örneğin, fiziksel veya psikolojik şiddetin varlığı küçüğün dünyasında; yaşadığı ortamın güvensizliği, ebeveynlerine karşı duyduğu korku, kendini güvende hissedememe, hep tetikte ve temkinli olma, endişe, terk edilecek olma ihtimali, arabulucuk görevi üstlenme, fedakarlık, duygularına yabancılaşma/tanımlayamama/bir şey hissedememe gibi bir sürü karmaşık ve iç içe geçmiş duygulanıma ve anlama bürünebilir. Bu tablo özellikle, travmatik yaşantılar sürekli ve sık tekrar ediyorsa daha da derinleşir. Özetle, kaotik bir çevrenin varlığı dış dünyanın tehlikeli, saldırgan ve düşmanca ögeler barındıran bir yer olduğu algısı oluşturur. Birey, tüm bu karmaşa ile ya çaresizce Ötekine tutunarak ya da kendinden beklenenin ötesinde (gelişimsel olarak) bir kahramanlığa soyunarak tüm bunların üstesinden gelmeye çalışabilir. Bu meseleler yetişkinliğe taşındığı takdirde, bu ilişki dinamikleri orada da kendini tekrar eder.
Temel endişenin, terk edilme meselesi üzerinde şekillendiğini düşünecek olursak, çünkü bu çatışmalı ortamın varlığı, çocuk için sevdiklerinden birinin ya da kendi varlığının sonlanabileceği, kaybı anlamı taşıyabilir. Yani, ölüm dürtüsünün yoğun olarak deneyimlenmesine sebep olabilir. Bu yoğun endişe ile başa çıkılamaz. Bütün olup bitenlerin sebebi olarak kendini görüp, kendini suçlayabilir.
Ayrılık ve kaybetme (fiziksel ya da psikolojik) meselelerinin bu kadar yüzeyde ve tetiklendiği bir ortam, kişiyi, bu durumun gerçekleşmemesi için bir dizi önlemler almaya iter. Ne kadar iyi ve verici olursa, Ötekiler de ona o kadar ilgili ve şefkatli olacak ve onu terk etmeyecektir. Doyurulmamış narsisistik ihtiyaçlarının doyumu için bilinçdışı olarak çevresinde bunu bulmayı arzular. Kendine bu sınavı vereceği benzer senaryoları yeniden yaratır. Kurtarmayı istediği kendi çocukluğudur. Bu yüzden geçmişi tekrar eder. Ancak şimdi ve burada olanın geçmiş ile ilişkisinin farkına varmadıkça “yenilgi” yaşanmaya mahkumdur. Örtük olarak, aslında, kendini terk edileceği durumların içine soktuğunu göremez. Bunu ötekilerin yaptığını, kendine karşı haksızlık yapıldığını, iyi niyetinin süistimal edildiğini, hep bunların onun başına geldiğini savunabilir haksızda değildir ancak bu gibi karmaşık öykülerin içine kendini yerleştirdiğini ve ilişki kurduklarını da bu sonu hazırlayacak nitelikte kişilerden seçtiğini (seçimsizce) göremez.
Bakılması ve görülmesi gereken kendi içidir. Doyumu dışarıdan sağlamaya dönük bu bakış açısı kişinin edilgenliğini beslerken, içsel olarak zenginleşmesini, duygularıyla temasını, kendi kendine yetebilirliğini zedeler. Onu, Ötekilerle sağlıklı ilişkiler kurmaktan alıkoyar. Kişinin, hem kendi ile olan ilişkisinde hemde ötekilerle olan ilişkisinde gerektiği halde buluşabildiği ve gerektiği halde ayrışabildiği bir esneklikte olmasını engeller. “Çocuk Ben” ve “Yetişkin Ben” arasındaki bölünmüş köprü yeniden inşa edildiğindeyse; yüzler ve kişilerin, zaman ve mekanın dolayısıyla iç ve dış dünyanın nasıl farklılaştığı ve benzediği görülecektir diye, umut ediyorum.
Saygılarımla.
Uzm. Klinik Psikolog Batuhan Bilen