Makaleler

Muğlak Kişilikler

Söylemle-eylemin, duyguyla-söylemin, eylemle-duygunun örtüşmediği kişilikler tanımışızdır. Her zaman tutarlı olmanın gerekliliğinden söz etmiyorum, elbette. Fakat, kimilerimiz hayatlarında bu muğlak örüntüyü daha sık ve kontrolsüzce yaşar.

Bölünme

Ortada sanki süreğen bir uyumsuzluk ve kopukluk vardır. Muhataplarsa, aynı kişinin farklı ancak birbiri ile tutarsız yönleriyle karşılaşıyormuş hissini yaşarlar. Karşılarında sanki kimlik bütünlüğü olmayan, “muğlak” özneler vardır. Böyle bir ilişkinin içinde olmaksa, ince bir buzun üzerinde yürümek gibidir. Bu durum Öteki’ ne nasıl davranılacağının bir türlü kestirilememesinin yarattığı kafa karışıklığına, kendini güvensiz hissetmeye ve yüzeysel bir ilişki yaşanmasına evrilir.

Peki, bu kişiler rol mü yapıyordur?

En azından, her zaman için böyle olduğunu sanmıyorum. Ancak, ortada daha derin, bilinçdışı bir meselenin ve buradaki çatışmanın oynadığı rolden söz edilebilir.

İç ruhsal bir yarıktan (split)… Ve bu yarığın bir türlü bütünleşip, kaynaşamamasından…

Peki bu ne anlama gelir?

Kişilik örgütlenmelerini, işlevsellik düzeyleri kendi içlerinde birbirlerinden farklı olsalar da, üç boyutta ele alabiliriz. Kabaca, kutbun bir ucunu, gerçeklik ilkesinin korunduğu nevrotik kişilik örgütlenmesine diğer ucunu bu gerçekliğin korunamadığı psikotik örgütlenmeye ait olarak düşünebiliriz. Arada kalansa, her ikisinden de izler taşıyan fakat her ikisinden de farklı olan sınır-durumlardır.

Burada (sınır-durumlarda) ki temel mesele, travmatik yaşantı karşısında bastırmanın başarısızlığından sonuçlanan ve kişinin ruhsal işleyişini değiştiren, yarılmadır (splitting). (İkiz, T., Sınır Patolojiler-1). Bu bölünmeden, elbette, duygular ve bilişler de nasibini alır. Psikolojik olarak acı verene karşı baş etmek ve “delirmemek” için bir anlamda bilinçdışı olarak devreye giren savunma mekanizması nesneyi (ötekini), “iyi” ve “kötü” olarak ikiye böler. Bu ise bir çifte değerlilik yaratır. İstenilen, arzulanan, olumlu atfedilen, idealize edilen yönler kendiliğin bir parçası olarak tutulurken; diğer taraflarsa değersizleştirilip dışarıda tutulmaya çalışılır. Örneğin; bakım verip, besleyen “iyi anne” iken; kıskanan, haset dolu algılanan anne ise “kötü anne” olarak ruhsal işleyişte tutulur. Her ikisinin de “aynı anne” ye ait olduğu sentezlenemez. Tüm bunların bilinç düzeyinde gerçekleşmeyen olgular olduğunu hatırlatmama sanırım gerek yoktur.

Bu dinamiği, Quinodoz’un (2022) kitabından yaptığım bir alıntıyla daha net ifade edebilirim, diye düşünüyorum. “Analiz sürecinde, Lina aynı anda sevgi ve nefrete katlanabilmeye başladı. Somut, eyleme dökülmüş koşullarda mümkün olmayan, ruhsal düşlemsel düzeyde meydana gelmişti. Gerçek hayatta Lina, annesini hem öldürüp hem yaşamasına izin veremezdi. Bununla beraber, bu çatışmayı bana olan aktarımda deneyimleyebildiği için, aynı anda hem annesini öldürme hem de yaşamasına izin verme arzusuna sahip olabileceğini hissedebilmişti. Düşlem ile eylem artık birbirinin eşdeğeri değildi. Aynı anda hem bir arzuya sahip olabilir hem de bunun gerçekleşmesini istemeyebilirdi. Lina’nın ruhsal temsilleri bütün-nesne tipine yaklaştıkça, aynı kişiye yönelik çatışan arzulara aynı anda sahip olmayı daha çok tolere edebilmeye başladı. Anneyi bütün nesne olarak seviyor. (“bütün sevgi”), bazı yönlerini severken diğer yönlerden nefret ediyordu. (“kısmi sevgi”). Bu sevgi, önceden kötü olduğunu hissettiği kısmı kesip attığı, dolayısıyla sevmek için iyi olarak gördüğü kısma indirgediği anneye yöneldiği sevgiden çok farklıydı.”

Bütünlüğün sağlanması…

Bütünlük, katıksız netlik anlamı taşımaz. Aksine, karşıtlıklar arasındaki uzlaşının sağlanabilmesini mümkün kılar. İki kutbunun da varlığını tanımayı ve ikisinin de hem kendisinde hem ötekilerde mevcut olduğunu kabullenebilmeyi gerektirir. Hepimiz hem saldırgan ve yıkıcı eğilimlere hem de üreten, onaran, yaratıcı ve yaşam veren dürtülere sahibiz. Bunları, günlük yaşamda melek veya şeytan, iyi veya kötü, siyah ya da beyaz taraflarımız diye böleriz. Ancak bir de ikisinin karışımını barındıran ara bölgeler vardır. İşte bu alan karşıt dürtülerin uzlaşısının sağlandığı yerdir. Israrla bir tarafa ait olma zorlanışını yaşamadığımız da, çifte- değerliliğin (ikiliğin) aslında bir seçim şansı ve zenginlik sunduğunu anlayacağımızı umuyorum.

İşte o zaman, seçimlerimizde esnek olabilmenin, kimlik bütünlüğünü ve istikrarını sarsmadan, tutarlılığa uygun bir biçimde gerçekleştirilebileceğine inanıyorum.

Zira bir tarafına sıkıca sarılan, öbür yanına “muğlak” kalacaktır.

Saygılarımla.

Uzm. Klinik Psikolog Batuhan Bilen

Loading

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Call Now Button