İnsan Olmak
Bütün bu yükle nasıl başa çıkabilirim? Her şeyden sorumlu olmanın verdiği bu his Yorgunluk ve Haz...
Zaman zaman almış olduğumuz sorumluluklar fazla gelir. Onları taşmakta güçlük çeker ve bundan dolayı da kendimizi suçlu hissedebiliriz. Her şeye ve herkese yetmenin sonucuysa kaçınılmaz olarak “başarısızlık” barındırır. Alınan sorumluluğun seviyesi, kişinin kapsama kapasitesinden fazlaysa ve bu “seçimli bir seçimse” burada nasıl bir diyalektikten söz edilebilir?
…
Yeter ki yanımda olsun/lar…
Bazı kişiler, ötekini yitirmemek adına mükemmelin peşinde koşar. İdeal olana sahip olursa, istenecek ve talep göreceğini düşünür. Aynı şekilde, ötekilerin isteklerine karşılık verebildiği müddetçe onlardan sevgi, ilgi ve şefkat göreceğini düşünür. Ancak bu bir seraptır. Vaat edilen vaha, ortada yoktur. Olsa da tükenmeye mecburdur. Er ya da geç bununla yüzleşen ‘Ben’, derin bir hayal kırıklığı ve aldatılmış olma hissini beraberinde yaşar. Tüm bu yaşananlarsa bireyin, olduğu ‘Ben’ ve olmayı arzuladığı ‘Ben’ arasında ki makası yüzüne vurur. Serap dağılır. Tüm bu “başarısızlığın” faturasını da kişi genelde kendisine çıkartır. Olanlardan dolayı, kendisini suçlar.
– Değersizim ve sevilmeyi hak etmiyorum.
– Suçlu ve değersiz hissetmenin ayrılmaz birlikteliği…
Peki, ya bundan başka bir yol bilmiyorsam?
Neye tutunacağım?
İnsanların, dışarıdan her ne kadar çelişkili gözükse de, olumsuz ve kendine duygusal olarak zarar veren alışkanlıklarının içinde bir “konfor alan”ları vardır. Hatta, kimi kişilerin bu döngüsel mutsuzluktan gizli bir haz bile aldığı söylenebilir. Öyle ya da böyle, bu, onlar için tutunacak bir şeylerin olduğu anlamını taşır. Mutluluksa, kaygan bir zemindir. Onu, her zaman için sürdürebilmek yorucu ve tehditkâr bir seçim gibi gözükebilir. Öte yandan, mutsuzluk alışılagelmiş olandır. Yenilik, bilinmezlik ve olası hayal kırıklıkları gibi riskler taşımaz. Belki, tam da bu yüzden kişi kendine yeni bir gerçeklik inşa edemez. Kabuğuna çekilir. Hem içinde bulunduğu durumdan şikayetçidir hem de kabuğundan dışarı çıkmaktan tedirginlik duyar. Kendine içinde bulunduğu düzeni sürdürecek mantıksal gerekçeler bulur. İç tutarlılığını bu şekilde sağlamaya uğraşır. Bir süre sonra da bunda ustalaşır.
Bir noktaya kadar…
Fakat bir noktadan sonra, iç ruhsal yapı bunu taşıyamaz hale gelir. Kişi ya ötekilerin onu kullandığı düşünceleriyle boğuşur ya da kendi yeterlilikleriyle alakalı sorunlar yaşar. Derin bir anlamsal boşluk buna eşlik eder. Bu onu içten içe tüketir. Hiç bir zaman yeterli olamamanın verdiği yorgunluğun izlerini bedeninde taşır.
Peki o zaman nasıl?
“Yeteri kadar!”
Kendinize, çevrenize, dünyaya yeteri kadar verip-alabildiğiniz ve bu ilişki içerisinde zaman zaman farklı ihtiyaçlarınızın da olabileceğini bilerek hareket edebilmek… Kısacası seçimlerinizde esnek olabilmek. Hayat siyahlar ve beyazlardan ibaret değildir. Mükemmellik katılık barındırır. “Yeteri kadar” ise, insan olduğumuzu hatırlatır.
Hatalar kaçınılmazdır. Ancak kendini en sert şekilde yargılayan içsel bir üst-ben’in varlığında Ben (ego) adeta sıkışır kalır. Yaşam alanı da giderek yoksullaşır. Hayattan zevk alamaz, zevk aldığı şeyler varsa da kendini bunlardan dolayı suçlu hisseder. İşte tam da bu yüzden üst-beninize yeteri kadarın yeterli olduğu yeni bir iç gerçeklik inşa edebilmenin kıymeti ve “BEN İNSANIM” diyebilmenin önemi burada ortaya çıkar.
Uzm. Klinik Psikolog Batuhan Bilen