İçimizdeki “Boşluk” ve Anlam Arayışı Üzerine
Varoluşsal bir mesele…
Bizler anlam arayan ve inşa eden varlıklarız. Her birey, kendi manalar zincirini üreterek bu varoluşsal meselenin üstesinden gelmeye ve “içindeki boşluğu” bir şekilde şekilde doldurmaya çabalar. Bunlar kimi zaman bireysel uğraşlarımız, çoğu zamansa bize miras kalanlardandır. Ahlak kuralları, dini inançlar, gelenek görenekler, öğretiler vb.
Boşluksa, çoğu zaman bir kriz ve kaos olarak nitelendirilir. Muğlaklık ve bilinmezlik korkutur insanı. Çünkü insan her şeyden önce bilmek, görmek ve tanımlayabilmek ister.
Halbuki “boşluk” bireyin ötelediği ve zamanında bastırmayı tercih ettiği “benliğini” yeniden keşfetmesi için bir fırsattır. İnsanın saklı kalmış, korunmuş ve arındırılmış bölgesidir. Kişinin gerçek kendiliğine temas edebilmesine zemin sunan yerdir. Birey bu bilinmezliğe tahammül edip, kendi ile kalabilirse yaşamındaki ikame tatminlerine son verip, gerçek kendiliğe temas edebilir. Ve başka bir farkındalık düzeyine erişir.
Peki “boşluk” dediğimiz şey nedir ve nasıl oluşur?
Acı, keder, üzüntü, mutsuzluk, hayal kırıklığı…
Bunlar hayatın vazgeçilmez ve kaçınılmaz duyguları. Ancak çoğumuz bunlardan korunmaya ve sakınmaya çaba gösteririz. Bu konuda gayet yaratıcı ve başarılıyızdır da… Aynılarını bir daha hissetmemek için, “kendimize yabancılaşmayı” dahi tercih ederiz. Kendimizle baş başa kalamaz, sürekli yeni uğraşlar üretir ve yarattığımız “boşluğu” ikamelerle doldurmaya çalışıp dururuz. Kimimiz bunu sürekli değiştirdiği otomobiliyle, kimimiz sürekli kafayı bularak, kimimizse aşırı bir şekilde spor yaparak… Anlayacağınız kendiyle temas etmeye korkar hale gelen insanın yaratıcılıklarının sonu yoktur.
Aslında hepimiz, bir sürü odası olan bir şato içinde doğarız. Zamanla bu odaları kullanmaz ve kapılarına kilitler vururuz. Odalar hep oradadır ancak bir süre sonra görmezden gelinmeye başlanır ve en sonunda hiç var olmadığına inanılır, unutulur. Bir gün bir şey olur ve hiç var olmadığına artık ikna olduğunuz odanın kapıları titremeye ve sizi rahatsız etmeye başlar. Aslında bu bir davettir. Gerçekliğe bir çağrıdır. Bunu duymazlıktan gelme veya boş bıraktığınız odaları tekrar ziyaret etmek sizin tercihinizdedir. Burada ki şato, sizin benliğinizdir. Odalarsa duygularınız… Kapılarına kilitler vurduğunuz. Bilinçdışının derinliklerine ittiğiniz. Acı çekmemek, utanmamak, bir daha hayal kırıklığı yaşamamak adına kendinize yabancılaştığınız. Ancak burada kaçırılmaması gereken bir nokta daha vardır. Zamanında bu duygularla başa çıkabilmek için yeterli güce ve donanıma sahip olmamış olabilirsiniz. Önemli olan “Şimdi ve burada nasılsınız?” Bunlarla yeniden yüzleşmeye ve sağlıklı bir şekilde üstesinden gelmeye hazır mısınız? Tozlanmış, pas tutmuş odalarınızın kapılarını yeniden açmaya cesaretiniz var mı?
Özetle, içinizde ki “boşluk” sizi olay mahalline yani; olumsuz duyguları, travmaları ilk yaşadığınız yere ve bunları yeniden hissetmemek adına kendinize yabancılaşmayı tercih ettiğiniz an’ a ve onlara yeniden temas etmeye fırsat sunan yere götürür.
Saygılarımla.
Uzm. Klinik Psikolog Batuhan Bilen