İç Sözün Dilsizliği
Ne çok şey söyler bize, sesini bile çıkartmadan. Oysa en çok onu duyar, ona uyarız. Onunla kalabalıklaşırız. Biraz ‘ben’, biraz ‘öteki’.
Derin bir nefes ve sessizlik…
Önce kısık bir uğultu, ardından bütün karşı konulmazlığıyla yine yeniden kendine çağırır dinletmek için sözlerini…
‘İç Ses’imiz; bizi hem aklayan hem suçlayan, öven ve yeren, şefkatle saran ve öfkeyle içimizi yakan… Peki, kimdir bu uğultuların sahibi? Nerede saklanır? Ne zaman ortaya çıkarlar?
Bunu anlamak için bir dizi aşamayı, oluş sırasına göre açıklamak faydalı olabilir. İçe atım[introjection], özdeşim [identification] ve nihai olarak içselleştirme [internalization]. Teorisyenler tarafından bir uzlaşı sağlanamamış olsa da, şu kesindir ki, kişiliğin oluşumunda ve gelişiminde bu kavramlar, şüphesiz dinamik ve etkili bir rol oynarlar.
Bebek, annenin memesini emerken sadece fiziksel doyum sağlamaz. Kişilik oluşumunun ilksel unsurlarını da oral (ağız) yolla, bir nevi içine alır. Dünyayla ilişki kurma biçimi henüz, bu yolla (içine alan, yutan ve atan) sınırlı olan küçüğün, psikolojik içe atımın da yoğun yaşandığı bir evreden geçtiğini söylemek yanlış olmaz. Besleyen, kaygısını dindiren bu nesneyi “iyi meme” yani “iyi anne” olarak içe alırken; esirgeyen, erken veya sert geri çekilen memeyi ise “kötü meme”, “kötü anne” olarak dışarı yansıtır. “İyi” nin tüm özellikleri kendine saklanırken, yaşadığı ilksel kaygılarla baş etmeye çalışan bebek “kötü” leri dışarıda tutar.
Zaman geçer, bebek büyür ve şayet her şey yolunda giderse içe atılan “iyi” ve “kötü” nesneler ve temsilleri zaman içerisinde birleşir. Bebek içsel olarak, “iyi” ve “kötü” nün de aynı anne/bakım verene ait olduğunu anladığı bir gelişimsel aşamaya geçer. Arada ki bölme (split) ve ikirciklik (ambivalans) ortadan kalkar. Kişiliğin bütünlük algısı, kişilerarası ilişkilerde ki tutarlılık, benlik değeri vb. diğer konuların “olumlu” gelişim seyredebilmesi için bu evrenin “sağlıklı” atlatılabilmesi büyük önem taşır.
Oğlan çocuklarının anneye, kız çocuklarınınsa babaya düşkün olduğu bilinir. Ancak bunun altında daha derin, gelişimsel bir aşamanın kompleks süreci yatar.
Oedipus/Elektra Kompleksi ve Üst Benlik (süperego) Gelişimi…
O zamana değin anne ile yoğun bir ikili ilişki içinde olan bebek ile anne arasına, baba girer. Baba yasak koyucudur. Ensesti yasaklar. [çocuğun cinsellik kavramı, yetişkin cinselliğinden farklıdır.] Bu, çocukta ödipal bir karmaşaya yol açar. (3-6 yaş) Baba, birden anne ile araya giren düşman oluvermiştir. Bu durum çocukta, baba tarafından kastre (iğdiş edilme) edilme endişesini doğurur. Bu konumda ki çocuk, bir seçim yapmak zorundadır. Ya annesine yönelik bu libidinal nesne yatırımından vazgeçecek, ya da baba tarafından iğdiş edilecektir. Çocuk seçimi kendisi için narsisistik değeri yoğun olan, genital organından yana kullanır. Dolayısıyla, anneye olan cinsel yatırım geri çekilir ve bu sevgi ilişkisi olarak korunur. Diğer yandan, baba ile özdeşim [identification] kurulur. Ebeveynlerin otoritesi içselleştirilir [internalization]. Bu da üst benliğin oluşumu demektir. Kız çocuğunda ise bu durumun tersi yaşanmaktadır. İlk aşk nesnesini (anne) değiştirmek zorunda kalır ve babaya yönelir. [1]
Vicdan, ahlaki değerler, yasaklar, değer yargıları, sınırlar vb. tüm kavramların temeli, buraya kadar atılmış olan, gelişimsel sancılardan doğan krizlerin aşılmasıyla başarılmıştır. Bebeksi “iyi“ ve “kötü” algılamalar ve ödipal dönem ebeveyn değerleriyle özdeşim, bunun bir karışımıdır.[2]
Özetle ve kaba hatlarıyla aktarmaya çalıştığım psikoseksüel gelişimsel süreç, bundan ibarettir. Peki, bunun başta değindiğim “iç ses” lerimiz ile ne ilgisi vardır. İşte gelmek istediğim nokta da tam olarak burasıdır: yetişkinlikte karşılaşılan sorunların tohumları, baştan beri açıklamaya çalıştığım bu evrelerde yaşanılan travmatik tecrübelerle ve gelişimsel saplanmalarla (fixation) yakından ilintilidir.
“Yapamazsın!” “Değersizsin!” “Sevilmiyorsun!” “Gülünç duruma düşersin!” “Beceriksizsin” “Saygı duyulmayı hak etmiyorsun!” “Senden adam olmaz!” …
Yargılayan, istismar eden (psikolojik, sözel, duygusal vb.), değer göstermeyen, katı kurallar koyan ve sürekli cezalandıran ebeveyn figürleri, zamanla içe alınır, onlarla özdeşim kurulur ve içselleştirilir. Kişiliğin, kilden bir hamur gibi kolayca şekil alabildiği bu yaşlarda, maruz kalınan bu gibi durumlar zamanla; kişinin kendi kendini yargıladığı, istismar ettiği, cezalandırdığı süreçlere evrilir. Kişi bu sefer bir diğerine ihtiyaç duymadan kendini ketler durur. Potansiyelini bir türlü ortaya çıkartamaz. Kendi celladı kendi oluverir.
İç sesimize kulak vermek, bu yüzden önemlidir. “Burada ve şimdi“ bizimle konuşan kimdir? Karşılanmamış bu ihtiyaçlar ne zamana aittir? Bize ne söylemek istiyordur? Görülenden öte, görünenin altında yatan dinamikleri kavramaya çalışmak bizi önce kendimizle, ardından diğerleri ile olan ilişkilerimizde daha “kendimiz” kılacaktır.
Yoksa diğerleri ile olan ilişkilerimizde, seçimlerimizde ve hatta tüketim alışkanlıklarımızda, geçmişte doyurulmamış bu ihtiyaçların ikamelerini bulmanın peşinde koşar dururuz.
İç sesimiz, bu yüzden bize çok şey anlatan zengin bir kaynaktır. Tek fark onun bizi besleyen mi; yoksa ketleyen mi olduğu arasında ki ince çizgide saklıdır.
Saygılarımla.
Yararlanılan kaynaklar:
Psikanalitik Kurama Giriş, Bağlam Yay., s, 100-103. 2015.
Psikanalatik Tanı, Nancy McWilliams, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. 2014.
Deri-Ben, Didier Anzieu, 2008
İçselleştirme, İçealım, İçeatım ve Özdeşim İbrahim Taymur, Rıza Cumhur Boratav. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar-Current Approaches in Psychiatry 2013;5(3):330-342 doi:10.5455/cap.20130522
Görsel: https://juned11blog.wordpress.com/2013/03/24/73/