Makaleler

Acıdan Alınan Haz – Hazdan Alınan Acı

Apollon’dan Kaçan Daphne

Daphne, Yunan nehir tanrısı Peneus’ un,  güzelliği ile nam salmış kızıdır. Herkes onu arzular ve peşinden koşar. O ise zamanın çoğunu avlanmayı sevdiği için ormanda geçirir. Bir gün Apollon, ormanda avlanırken Eros’ la karşılaşır. İkisi de iyi birer okçudurlar ancak Apollon, Eros’ un okçuluğu ile alay eder. Ona bir ders vermek isteyen Eros, biri altın diğeri gümüş suya batırılmış iki ok hazırlar. Altın olan saplandığı kişiyi tutkulu ve sonsuz bir aşkın peşinden koşturacakken, gümüş olan ise sahibini arzu ve tutkudan tamamen uzaklaştıracaktır. Eros, altın uçlu oku Apollon’ a, gümüş uçlu olanıysa Daphne’ ye saplar. Biri, bitmez tükenmek bilmeyen bir arzunun doyurulması için umutsuzca hazzı kovalarken diğeri bundan yoksun, acı içerisinde ondan kaçmaya ve kurtulmaya uğraşır. Bir gün, Apollon onu tam yakalayacakken Daphne, Yunan yer tanrısı Gaia’ dan onu kurtarması için yardım ister. Gaia’ da onu kurtarmak için Defne ağacına dönüştürür. Sonsuza kadar da öyle kalır.

“İyi hissetmek, iyi olmak, iyileşmek” genelde arzu edilendir. Kişi hayatını kendiyle, çevresiyle ve dünya ile olan ilişkisi çerçevesinde daha işlevsel daha uyum içerisinde yaşamak adına uğraş verir. Hayattan aldığı doyum ve doygunluk haz veren ve vermeyen ilişkisinin dengeli harmonisine yakından bağlı olsa da bu ikili dansta, ayaklar bazen birbirine dolanır. Yaşamın içerisinde hissettiklerimiz  genelde salt bir tek duyguyu içeren, birbirinden kopuk, yalıtılmış bir biçimde deneyimlenmez. Bizi üzen şeylerde bizi sevindiren yanlar olabileceği gibi bizi mutlu edenlere hüzünlendiğimizde olur. Bu çifte-değerlilik olağandır. Olayları, olguları, kişileri her boyutuyla değerlendirmemize ve onlara bir bütünlük içerisinde bakmamıza katkı sağlar. Ancak ya birinden biri öbürünü örtüp, baskın ve süreğen bir şekilde hakimiyeti ele geçirirse…

Her hoşnutsuzluğunu mutluy-‘muş’ gibi maskeleyen birini düşünün. Ya da mutluluğunun arkasında sürekli hayıflanacak ve olumsuzu cımbızlayıp, rüzgarına kapılacak birini.

Her ikisi de aynı kapıya çıkıyor değil mi?

Ne haz, ne de acının deneyimlenememesi… Sonunda kendine uzaklaşan, adeta bir yapaylığın içerisine sıkışmış hisseden ya da nihayetinde takmış olduğu maskesi zamanla kişiliğine sızmış ve yer edinmiş bir yapaylaşma hali çıkıyor karşımıza. Neticesinde kendini olduğu gibi hissetmeyen, olmak istediği yerde veya kişiyle olmadığını düşünenlerimiz…

Kimilerine, haz veren şeyleri deneyimliyor olmak suçluluk uyandırır. Bunu hak etmediğini, kabahat işlediğini, buna değecek biri olmadığını vb. şeyleri düşünebilir. Bu bakış açısı, zamanla duyumlarını ve algılarını her yönüyle ele geçirir. Baktığında, duyduğunda, tattığında, dokunduğunda bu ton hakimdir. Karakter yapılanması bu yönde gelişim gösteren bireyler, bundan gizli bir haz da alırlar. Acı çekmek, ıstırap duymak, çile çekmek onun bitmeyen sınavı haline gelir. Zorluklar karşısında kazanılan zaferlerin verdiği haz, çoğu zaman geçici ve kıymetsizdir. Yerini bir yenisine bırakmadığı müddetçe…

Öte yandan, kimileri içinde hoşnutsuzluk veren duyumları, duyguları tecrübelemek kabul edilebilir bir şey olmaz. Her daim enerjik, sevecen ve pozitif görünen kişiler çevremizde olagelmiştir. Çoğu zaman bunun farkında olmasa da kendine ve ötekine karşı olan bu tutumu, içerisinde bir sahtelik barındırır ve öteki tarafından kolayca fark edilir. Üzülmek, çökkün olmak, kırgınlık duymak kimileri için zayıflık,  güçsüzlük vb. gibi manalara geliyor olabilir. Her daim, hoşa gitmeyecek olanı göğüsleyecek bir kalkan tutan, hazırda bir asker gibi bu kişilerde, acı hissettirebilecek olana karşı aşırı bir duyarlılık ve hassasiyet içerisinde tetiktedirler. Öz saygılarını korumaları ve sürdürmeleri çoğu zaman buna bağlıymış gibi yaşamlarını sürdürürler.

Kendini olduğu gibi kabul etmekse söylendiği kadar kolay değildir. Olduğu haliyle yüzleşmek; ona bakmak, görmek, işitmek ardında, zorlanılan ve üstü örtülen bir sürü hoşa gitmeyen birikimle de temas etmek demektir. Bu, cesaret ister.

Ancak, ister haz ister acının ördüğü duvarlar içinde olsun, birey, varoluşunun sorumluluğunu alamadıkça, asıl özgürlüğü hiç bir zaman tadamayacaktır.

Saygılarımla.

Uzm. Klinik Psikolog Batuhan Bilen

Loading

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Call Now Button